Dil-kültür ve edebiyat ilişkisi

Milleti “millet” yapan unsurlardan birisi, hatta çoğu uzmana göre en önemlisi o milletin dilidir. Bir milletin bireylerini birbirine bağlamaya yarayan dil, esasında edebiyatın da temel malzemesidir. Dil bir milletin tarih boyunca oluşturduğu tüm maddi ve manevi değerlerin bütünü olan kültürün de temel unsurunu sağlamaktadır. Bu tarihi birikimi, bu kültür ve sanat mirasını genç nesillere ancak dille taşımak mümkündür. Edebiyatın dışında kalan kültür ancak boş bir bilgi ve duygu yığınından ibarettir. Her güzel sanat, kendine özgü bir dile sahiptir. Bu bağlamda müzik sesle, resim çizgi ve renk ile mimari taş ve ağaçlarla veya daha başka malzemelerle insanlara bir şeyler söylemek ister. Her millet dilini ve kültürünü asırlar boyunca yaşatabile mücadelesi vermiş ve bu çabaların etkisiyle ebedi eserlerini yaşatmak istemiş, ölümsüzleştirmek istemişlerdir.

Türkçe’nin özellikle son yıllarda yabancı diller karşısında ortaya koyduğu varoluş savaşı da bunun en güzel örneklerinden biridir. Türkçemiz, bir taraftan kendi öz vatanında, kendi öz evlatları tarafından horlanıp, aşağılanarak ikinci plana itilerek nereden geldiği belli olmayan bir “argo” salgını ile yozlaştırılmıştır. Bir zamanlar medeniyet dili olarak adlandırılan Türkçe, ne yazık ki son yıllarda yabancı dillerin karşısında köksüz bir dil konumuna düşmüştür. Oysaki bizim sanatkârlarımız bu dili geçmişte tadına doyulmaz şaheserler ile kaleme almış ve kültürümüze, edebiyatımıza ölümsüz eserler kazandırmışlardır.

Kültürü basit ve yalın olarak tanımlamak istersek bir toplumun topyekûn hayat tarzı diyebiliriz. Biraz daha bilimsel ve geniş bir tanım yapmak istersek kültür, insanların biyolojik kalıtımlarının ötesinde ihtiyaçlarının, doyumlarının yanında doyumsuzluklarının da yarattığı ve şekillendirdiği, içerik kazandırdığı ve insanların öğrenme yoluyla edindiği, inşa ettiği maddi ve manevi birikimin, değerlerinin, yönelimlerinin, duygu ve düşünce dünyalarının, sosyal davranışlarının, teknolojilerinin ve sanatlarının tamamını ifade eden, insan tarafından meydana getirilen ve başlangıçtan bu yana doğaya eklenmiş yaratmalar ve donatmaların genel adıdır.

Yaptığımız bu tanımlardan yola çıkarak kısaca, kültür dendiğinde bir toplumun kendini ifade edişlerinin tamamı veya her türlü ihtiyacını karşılayan toplam hayat tarzı aklımıza gelmelidir. Bu ifade edişler, davranışlardan, alışkanlıklara, törelerden gelenek ve göreneklere hatta korkulara kadar pek çok değişik şekle sahip olma potansiyeline sahiptir. Aynı şekilde sanat, müzik, mimari, düşünce ve edebiyat gibi şuurlu bir şekilde inşa edilen güzel sanatlarda kültürün içinde yer almaktadır. Kültür kavramını daha iyi anlayabilmek ve anlatabilmek için aşağıda bahsedeceğimiz altı temel özelliği kısaca bilmek yeterli ve yararlı olacaktır.

  • Kültür edinilir ve öğrenilir

Kültür, bireyin doğumundan itibaren kazanmayı başladığı alışkanlıklar, davranış biçimleri, tutum ve tavırların bir bütünüdür. Kültür kalıtımsal değildir ve insan hangi millet içinde doğar ve büyürse o toplumun kültürünü öğrenir. Yani, kültür doğuştan gelmez. Bireyin içinde bulunduğu, büyüdüğü kültür o bireyin milli kültürü olur.

 

  • Kültür tarihi ve süreklidir

Kültür, kuşaklar boyunca birinden diğerine aktarılıp biriktirilen yaşantı ve bilgi öğelerinden oluşmaktadır. Kültürün bu özelliği, insan yaşamını diğer canlı varlıklardan ayrı ve ayrıcalıklı kılar. Çünkü öğrenmek yalnızca insana özgü bir yetenek değildir.  Neredeyse her canlı öğrenir fakat öğrendiklerini yavrusuna dil yoluyla aktarabilen tek canlı insandır. Bu yüzden insan, öğrendikleri ve yarattıklarını yalnız kendi yaşantıları ile sınırlı tutamaz. Başkalarıyla paylaşır, bu yüzden kültür süreklidir. Her toplumda bu sürekliliği sağlayan ve bir toplumu kültürü ile diğer toplumların kültürlerinden farklı kılan; töreler, gelenekler ve görenekler bulunmaktadır. Bu töreler ile gelenekler ve görenekler; insanın doğumundan itibaren var olmuş olan beslenme, korunma ve cinsellik gibi temel içgüdülerini ve eğilimlerini, toplumsal yaşama ve bulunduğu kültüre göre biçimlendirir başka bir deyişle kısıtlar. Bu şekilde bir kültürün sürekliliğini sağlayan unsurlar, aynı zamanda ait oldukları toplumun tarihi bir varlık olmasını, yani milli tarihe sahip bir topluluk ve bir millet durumuna yükselmesini sağlarlar.

 

  • Kültür bireyler arasında paylaşılır, toplumsaldır

Kültüre özgü öğretiler veya yaşantı şekilleri, örgütlenmiş birliklerde, gruplarda veya toplumlarda yaşan insanlar tarafından yaratılır ve paylaşılır. Bir grubun diğer toplum üyeleri tarafından paylaşılan alışkanlık, değerler ve davranışların tümü o grubun veya toplumun kültürünü oluşturur. Bu bağlamda kültür, toplumsal bir varlık alanı haline gelir. Kültürsüz bir toplum ise düşünülemez. Tüm toplumlar kültürlerini korumak ve sürdürmek için grup birliğini ve dayanışmasını sağlayan duygu, düşünce ve hizmetlerinde, toplumsal denetim mekanizmalarında, düşmana karşı savunma sistemlerinde ve nüfusun devamını güvenceye alan üreme konularında tedbirlerde bulunurlar. Bu tedbirleri başarılı olamayan ve kültürünü kaybeden bir toplum, onu millet kıran özelliğini de kaybetmiş olur ve böylelikle başka toplumların içinde erir, kaybolur ve tarih sahnesinden çekilmiş olur.

 

  • Kültür ihtiyaçları karşılar, doyum sağlar

Kültür, toplum üyelerinin temel biyolojik ihtiyaçlarını ve bu biyolojik ihtiyaçlardan meydana gelen ikincil gereksinimlerini de karşılar. Bu bağlamda kültürel kurumlar ve ilkeler denenerek meydana gelmiş çözüm yollarıdır. Tüm bunlar toplumun üyeleri için doyum sağladığı ve hizmet verdiği sürece varlıklarını sürdürmeye devam ederler. Kültürün temel biyolojik ve psikolojik ihtiyaçları karşılama gücü hemen hemen tüm kültürlerde benzer öğe ve kurumların bulunması gerektiği sonucuna varmamızı sağlar.

 

  • Kültür bütünleştiricidir

Bir kültürün öğeleri uyumlu ve bütünleştirilmiş bir sistemi oluşturma eğiliminde bulunurlar. Bundan dolayıdır ki kültürel öge ve kurumlardaki uyum, bütünleşmenin yalnızca bir eğilim olduğunu vurgular. Çünkü kültürler, doğaları gereği tam anlamıyla bütünleşmiş ve değişmeye kapalı bir yapı oluşturamazlar. Böyle göreceli bir bütünleşmenin gerçekleşeceği zaman, iç ve dış sosyal kültürel dinamik güçlerden kaynaklanan değişmeler kültürün dengesini sarsarak, yeni değişmelere ve gelişmelere neden olur.

 

  • Kültür değişir

Kültür, uyum yoluyla değişebilir. Bu değişim kültürel sistemi oluşturan bireylerin hem biyolojik hem de psikolojik ihtiyaçlarını karşılayacak biçimde olabilir. İki üst madde de kültürel kurumların ve öğelerin genelde doyum sağlayıcı oldukları sürece varlıklarını sürdürebileceklerini dile getirmiştik. Fakat şartlar değiştikçe, geleneksel çözüm yollarının sağladığı doyum düzeyi azalır ve değişir. Bununla birlikte yeni ihtiyaçlar ortaya çıkar ve bilinç düzeyine ulaşır.

Bunu karşılayacak yeni çözüm yolları ve düzenlemeler aranır bu arayış sonucunda ise yeni kurum ve kuruluşlar oluşturulur. Bu şekilde bir kültürün kendi içindeki değişiminde, doğal çevre koşullarına uyum önemli bir rol oynar.

 

Bunun yanında kültürler, yakın ve uzak komşu kültürlerden yayılma veya ödünç alma sonucunda etkilenerek de değişebilirler. Tabii ki bu yollara dahasını eklemek mümkündür. Ancak bu yolla kültür değişmelerinde alınan öğeler milli bünyeye ve ulusal karaktere uyum sağlayarak alındığı müddetçe kabul görmelidir. Bu sürece de kültür değişmesi adı verilir. Eğer bu kültürel değişimlerin, bir kültürün taklidi olarak ulusal kültürün bütün özgünlüğünü ortadan kaldıracak boyuta erişmesi durumunda o ulusal kültürün tamamen ortadan kalkmasına ve milletin tarih sahnesinden silinmesine yol açacaktır. Böyle bir sürece ise kültürel özümseme adı verilir.

 

Tüm bunlardan sonuç olarak kültür, bir millete şahsiyet veren diğer milletler arasındaki farklı tespite yarayan, tarihi süreç içerisinde meydana gelmiş bir bütündür.

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*


Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.